Afiş tanım olarak, bir haberi bir olayı, siyasal, sosyal, ekonomik, sanatsal ve kültürel açıdan, topluma duyurmak amacıyla, değişik yüzeyler üzerine yapılan ve belirli boyutlarda köy kasaba ve şehirlerin çeşitli yerlerine asılan duyurulardır. Afiş ilk çağ toplumlarında görülen bir sanattır, M.Ö.4000 yıllarında Asur ticaret kolonilerinin Anadolu’daki alışverişlerinde mallarını daha iyi tanıtmak ve satmak 15 amacıyla, kil tabletler üzerine çivi yazıları yazar ve halka duyururlardı. Bu çalışmalar afiş’in ilk örnekleri sayılabilir.
Roma İmparatorluğunda gladyatörlerin savaşları ve sirk oyunları gibi gösterilir. Tahtadan yapılmış levhalara yazılır ve Roma sokaklarına duvarlara asılarak halka duyuru yapılırdı. Bunlarda afişin Roma dönemi örnekleri sayılabilir. Bugünkü anlamda bilinen en eski afiş, Fransa’nın başkenti Paris’teki Notre Dame de Saint Flour Psikoposluğuna bağlı kiliselerin kapılarından yardım toplama ile ilgilidir.
1881 yılında Fransa’da çıkan basın özgürlüğü ile ilgili yasanın, afişlerle ilgili kararında, resmi ilanlar için ayrılan alanlar ve kilise dışında her yere asılabileceğine izin vermesidir. Fransa’da kültürel hareketlerle gelişme gösteren afiş sanatı, sanayi devrimi ile birlikte yeni bir anlayış kazanmış, çok sayıda üretilen mal ve hizmetlerin tüketicilere sunulmasında etkili bir tanıtım aracı olmuştur. Afiş sanatının ilk çağdaş temsilcisi, Fransız sanatçı, Jules Cheret’tir (1836-1933). Kadın figürlerinin yer aldığı Paris’in eğlenceli dünyasını eserlerine taşımıştır. Oyunların, dans salonlarının, bisikletlerin, sabunların, diş macunlarının, biraların, sigaraların, Singer dikiş makinelerinin, Moet Chandon şampanyasının, “saxoliene” lamba yağının ve benzeri şeylerin reklamını yapan bir dizi afiş yapmıştır. Büyük renkli afişler tasarlamıştır.
Jules Cheret’nin Palais de Glace afişi
Bu dönemin önemli sanatçılarından birisi de, Henri de Toulouse Lautrec’tir (1864-1901). Paris’in renkli gece hayatını afişlerine konu seçmesi ve yazıyla resmi bir arada kullanması önemli bir yenilik katmıştır.
Henri de Toulouse-Lautrec’in Divan Japonais afişi
Yazılı ve resimli çoğaltılabilir bir grafik tasarım ürünü olan afişin basılı üretime geçilmesiyle gelişmeye başladığı görülmektedir. 15. yüzyıla kadar duvarlara asılmış basılı bir kağıttan başka bir şey olmayan afişler, Guttenberg’in matbaa sistemini bulmasıyla gerçek kimliğine kavuştu. Böylece grafik sanatların, dolayısıyla afiş tasarımının amaçlarından biri olan basılıp çoğaltılma yöntemi ile daha geniş kitlelere ulaşma olanağı doğdu. Bu sayede artan ürün çeşitliliği birçok tartışmaları da beraberinde getirdi. Duvarlarda ve panolarda yer alan el yazması kağıtların afiş mi, duyuru mu, olduğu konusu o günlerde en çok tartışılan konular arasındaydı. Bugün dahi basılı kağıtların, duyuruların, işaretlerin, afiş olup olmadığı sorusu karşımıza çıkmaktadır. Bir duyuru; bilgi vermek, yöneticilerin emirlerini duyurmak amacını taşır. Afişler ise; toplumu oluşturan fertleri, ikna etmek, kapsamında yer alan afişin ilk örnekleri olarak gösterilen Meryem Ana resminin de yer aldığı bir el yazması ile İngiltere’deki “Salisbury Banyolarını” tanıtan afişler, aynı zamanda ilk reklam afişleridir. Sokaklara, halkın toplu olarak bulunabilecekleri yerlere asılması yasaklanan bu örnekler, daha çok kilise ve dükkan içlerine asılıyordu. Bu kurallara uymayanların en ağır cezalara çarptırılabileceği haberi bazen tehdit olmaktan çıkıp zaman zaman uygulamaya geçirilen bir karar olarak yazılı kaynaklar arasında yer aldı. Bu yasaklamalar, genç sanatın gelişmesine set vurdu. Baskı tekniklerinin gelişimi sonucu tüm yaşamı etkileyebilecek şekilde ortaya çıkan bu sanat dalı yavaş yavaş geriledi. Hatta baskı sanayisinin bazı bölümlerinde terk edildi.
16. ve 17. yüzyıla kadar yapılan afişler sadece yazılardan oluşmaktaydı. 18. yüzyılda, artistlerin çekici pozlarını kapsayan resimsel afişler yapıldı. Bu yıllarda afişin gelişimi açısından önemli bir rol oynayan yeni bir teknik, “Taşbaskı” tekniği ortaya çıkıyordu. 1798 yılında Alman Alois Senefelder tarafından yaratılan bu teknik sonucu tondan tona geçişler sorunu çözümlenmiş oldu. Suların yağla birleşmemesi prensibine dayanan bu yöntemle, çok ince taneli kireçtaşı üzerine çizilmiş bir desenin ya da yazının baskı yoluyla kağıda geçmesi sağlanıyordu. Bu yeni yöntem kısa zamanda resim sanatçılarının kullanım alanlarını oluşturdu. Aynı zamanda ofset baskı sisteminin de temelini atan litografi, afişlerde renkliliği başlatmıştır. 1871 yılına, Frederick Walker’in düzenlediği “Beyazlı Kadın” afişinin ortaya çıkışına kadar tahta oyma resimler afişleri boğan yazıların yerini alamadı.
Frederick Walker’in “Beyazlı Kadın” afişi
Bu afişten sonra, afişte resmin kullanılması gereği kendisini vazgeçilemeyecek bir biçimde kanıtladı. Ortaya çıkışından kısa bir süre içinde bu afiş kendi çapında bir olay oldu. Yalınlığı, arılığı ve dramatik hareketi tam olarak yansıtması ve bütün bunların üzerinde, içerdiği görsel ekonomi ile bu çalışma gerçek ilk afiş sayılır. Yine bu yıllarda Manet’nin yaptığı “Les Chats” adlı afiş, afiş tasarımının 19. yüzyılda en başarılılarındandı.
Manet’nin “Les Chats” adlı afişi
Afişte yazı resim ilişkisi bulunmamakta, resim yalnızca kitabın başlığını vermekte, ve yazılara göre ikinci planda kalmaktadır. 18.yüzyıla kadar sokaklara, halkın toplu olarak bulunabilecekleri yerlere asılması yasaklanan afiş, bu yüzyılın sonlarında ortaya çıkan basın özgürlüğüyle birlikte gerçek kimliğine kavuştu. Bu gelişmelerin ardından 19.yüzyılda başlayan endüstri devrimiyle ticaret hayatı, bu sanatı kendi istediği gibi şekillendirdi. Gelişmeler ortasında, afiş tasarımcıları kendilerini hiç ilgilendirmeyen konular arasında buldular. inandırmak, satın almaya zorlamak, kısaca tümüyle beyinlere işlemek amacındadır. Bunların yanı sıra; bir şeyin afiş olup olmadığına karar verilebilmesi için aşağıdaki özelliklerin kesin belirleyici özellikler olarak kabul edilmesi gerekir. Mesaj iletmesi, topluma sunulmuş olması ve birden fazla üretilmesi. Bu nedenle duvarlara yapıştırılan her nesne (kağıt, deri, kumaş) afiş değildir. Hatta, afişin öncüleri arasında yer alan ve düşündüklerini maddeler haline getirip, kilise kapısına asarak Hristiyanlık dininde yeni bir çığır açan Martin Luther, yine de bu sanatın öncülüğünü hak eder görünmüyor. Onun duyuruları elle yazılmış ve tek nüshadan ibaretti. Luther’in ilanları verilen afiş tanımlarının dışında kalmaktadır. Öyleyse Luther’in yaptıkları afiş değildir. 15. yüzyıl Cheret’te, Mucha’da gördüğümüz gibi, eğlence, tiyatro, oyun gibi alanlarda afişler üreten tasarımcılar, bir anda sabun, deterjan, süt ürünleri, yiyecek gibi alanlarda eser vermeye başladılar. Bu nedenler, çevrede kendini afiş tasarımcısı olarak tanıtan birçok insanın ortaya çıkmasına neden oldu. Böylece altın çağını yaşamakta olan afiş, geriledi. Yapılan afişlerde; göze çarpan en önemli unsurun yazı ile anlatılan konu arasındaki ilgisizlik olduğu görülür. Yazılar mutlaka resimler tamamlandıktan sonra ekleniyor, bu işi de çoğunlukla başka sanatçılar üstleniyordu. 20. yüzyıl başlarına kadar devam eden bu anlayış Lautrec ve Aubrey Beardsley’in, özellikle Toulouse Lautrec’in eserlerinden sonra, afiş olayı toplumda en çok konuşulan konular arasında yer aldı.
Henri de Toulouse Lautrec’in Ambassadeur afişi
Afişin gelişim süreci içerisinde de belirtildiği gibi, 16. ve 17. yüzyıllarda yer alan afişler salt yazıdan ibaretti. Resimsel posterlerin yer aldığı 18.yüzyıl ve bu yüzyıl sonunda afişin gelişimi açısından önemli bir rol oynayan litografi tekniğinin ortaya çıktığı bilinmektedir. 19. yüzyılda ise Cheret ve Mucha’nın tiyatro, oyun, eğlence gibi alanlarda eserler verdiğini görülür. Grasset’in kitap tasarımları ve illüstrasyonları, Steinlen’in afişleri, Beggarstaff kardeşlerin düz ve geniş alanlardan oluşan afişleri ve bunlara yeni bir yorum getiren Ludwig Hohlwein’in afişleri o dönemin başarılı eserleri arasında yer aldı.
Ludwig Hohlwei’nin afiş çalışmalarından bir örnek
Bu gelişmelerin ardından 20. yüzyılın ortalarında afişlerde, geometrik ve tipografik öğelerin kullanıldığı görülmektedir. El Lizzitsky ve Herbert Bayer gibi sanatçıların yanı sıra, Jan Tschichold’da bu anlatım öğelerini bu kez resim ile birleştirerek başarılı eserler verdi.
Jan Tschichold’un afiş çalışmalarından bir örnek
Sarah Bernhardt’ın özel afişçisi Mucha’nın yapıtları, yeni sanat’ın özelliklerini taşır; sonradan bu yapıtları örnek alan bir çok afiş yapılmıştır. Birinci Dünya savaşı döneminde, bütün ülkelerde aşağı yukarı birbirine benzeyen anlatımcı bir üslup doğmuştur; ama zengin ve geniş afiş üretimi içinde, Fransız Forain ile İngiliz Paul Nash ve Nevinson’un doğrudan doğruya edebiyattan kaynaklanan afişlerini ayırt etmek gerekir.
İki Dünya savaşı arasındaki dönem, özellikle Fransa’da, afiş sanatının en parlak dönemi sayılabilir. O dönemde, afiş dili, en yüksek etkinliğine ulaşmış, sanatın ve sanat tekniğinin bütün olanaklarından yararlanılmış, kübizm, soyut geometrik biçimler kullanımı, üsluplaştırma ve yapıştırma teknikleri, afiş sanatçıları tarafından büyük ustalıkla kaynaştırılmıştır. Söz konusu sanatçılar arasında, özellikle, “her şeyin dönüp dolaşıp yazıya geldiğini” ileri süren Cassandre “görsel slogan’ı” arayan Cappeillo ve Herve Morvan sayılabilir. 1945’ten bu yana, afişçilerin bazıları yalınlaştırılmış bir grafik üsluba, bazıları da kaba bir anlatımcılığa yönelmişler (Paul Colin’in portre afişleri bu tür anlatımcılığın en belirgin örneğidir). Bununla birlikte, A.B.D. afişçiliğinin tek örneğe indirgenmiş klişeleri de, Avrupa afişçiliğini etkileyerek büyük ölçüde tek düzeliğe düşmesine neden olmuşlardır. Art Nouveau’nun Amerika’da benimsenmesi bu stilin Fransa ve İngiltere’den taşınmasıyla gerçekleşmiştir. Önceleri Grasset’ye ısmarlanan işler gemiyle Amerika’ya taşınırken, daha sonra İngiltere’de ve Paris’te eğitim gören sanatçıların Amerika’ya göç etmeleriyle yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Resimli afiş Amerika’da önce yayın endüstrisi tarafından benimsenmiştir. II.Dünya savaşından sonra, Polonya afişi 1950’lerde uluslar arası düzeyde ilgi çekmeye başlamıştır.
Wiktor Gorka’nın afiş çalışmalarından bir örnek
Bu afişler, geçmişte yaşanan karanlık günlerin trajedisinden kaçma özlemiyle renk ve biçimin parlak dekoratif dünyasına yönelerek neredeyse tesadüfi bir kolaj yaklaşımıyla renkli kağıtlar yırtılarak ve kesilerek tasarlandıktan sonra, serigrafi tekniğiyle basılmaktaydı. 1960’lara gelindiğinde Polonya’da olağanüstü yaratıcı ürünler ortaya koyan bir grafik sanatçılar nesli yetişmişti. Polonya’daki afiş sanatının sürekliğini, güçlü bir eğitim sistemiyle desteklenen mükemmel bir gelenek sağlamıştır.
1959 yılında Fidel Castro, Küba yönetimini ele geçirdikten sonra, Castro yönetimi, halkın büyük çoğunluğu için ezilen ve sömürülen sınıflar; asil, yararlı ve güzel kavramları ne anlama geliyorsa, o bağlamda kullanılmasını isteyince, geleneksel güzel sanatlar yerine, popüler sanat biçimleri ve propaganda meydanları gelişmiştir. Resim ve heykel gibi geleneksel sanatlar, devrimci bir mesajı halk kitlelerine iletmekte yetersiz kalacakları için, film ve tiyatro, afiş ve broşür, şarkı ve şiir gibi türler, teşvik edilen sanatlar olmuştur. Birçok ülkede kültürel programlardan sadece kent halkının yararlanmasına karşın, Küba’da kırsal bölgelere ulaşmak için ciddi girişimlerde bulunulmuş, afişlerin yaygın bir şekilde dağılımı sağlanmıştır. Devlet Film Enstitüsü tarafından yapılan film afişlerinde konunun doğasına uygun özgür ve canlı bir anlatım göze çarpar. Serigrafi ile basılan bu afişlerin hemen hemen hepsinde canlı ve çok renkli illüstrasyon egemendir.